"Hadi yatalım mı?" sorusunu takiben evde bir seferberlik hareketi başlıyor. Erken kalkan çok yol alır mantığıyla, yerimden hızlıca fırlıyorum. Bütün akşam "birazdan yaparım, yatmadan yaparım" diye diye ertelediğim duş geliyor aklıma.
Ani ve seri hareketlerle, bilgisayarı çantasına tıkarken, bir yandan da kanepedeki yastıkları düzenliyorum.
Start almış 100 metre koşucusu gibiyim. Bir yandan rakibimi (kocam) keserek, toparlanma işlerini tamamlamaya ve malum lafları duymadan (bütün akşam sallandın, bu saatte ne duşu, sabah kalkamayacaksın) kendimi duşa atmaya çalışıyorum.
Mutfakta dizi dizi sıralanmış bardakları makineye sallayıp, çocukların kıvır zıvırlarını denk yapıp yukarı çıkıyorum.
Banyo henüz boş. Ortam sessiz. Rakibim kapıları kilitleme, TV'leri kapatma gibi maskülen görevlerini (güvenlik ve teknoloji) tamamlıyor. Bütün bunlar her akşam neredeyse aynı sırada ve yazılı olmayan görev tanımları çerçevesinde yapılıyor. (evlilik denen şey)
Kendime bi su tutup, odaya süzülüyorum. Giyinip, çocukları öpüp yatağa zıplıyorum. Yatmadan önceki bu son yarım saat beni çok yoruyor. Örtüyü kaldırıp yatağa dalıyorum.
Aklımdan şu çok yastıklı ve aşırı dekorasyonlu yatakları gösteren dergi fotoğrafları geçiyor. Kendimi o yastıkların tahliyesinin ne kadar süreceğini hesaplarken yakalıyorum. (anne tipi kafa)
Çok yastıklı yatak
"Yatmak bu kadar zor olmamalı diye" söylenip, pikemi belime sarıp, "yarın akşam bir 15 dakka erken yatarım" diye kendimi kandırarak uykuya dalıyorum.