Ben tam da şu anda, bir 'ne biçim' öbeğinin ortasındayım mesela.
.....
20'lerin ilk yarısında arkadaşların düğün derneklerinde bir araya gelip, gülüp eğlenen civeleklerdik.
20'lerin sonları 30'ların başlarında kendimizi, doğumhane kapılarına, çeyrek altınlara verdik.
30'ların sonu 40'ların başı ise tam bir facia. Bir zamanların civelekleri olan biz, artık hastanelerde, cenazelerdeyiz...
.....
Şu anda çok tarifsiz ve karmaşık bir dönüm noktasındayım. Babam için ümitler bitti. Artık umut kalmadığını söyledikleri o an, aynen eski Türk filmlerindeki gibi kulaklarımda yankılanıyor sürekli.
Hiç isyan etmedim, isyan neye yarar?
Bu ne bizim, ne babamın suçu. Kime isyan edeyim? Bu kötü hastalık malesef babacığımı buldu. Her türlü tedaviyi denedik, hep ümitli olduk, son ana kadar hastanelerde çare aradık. Ama çare yok. Onu dün ambulansla eve getirdim. Kendi evine gitmek isterdi şüphesiz ama oraya götüremezdim. Çocuklarından uzak başka bir şehirde olmazdı.
Hastalığının başından bu yana tüm aile seferber olduk. İnanın anne-babaların yaşlılıktaki hastalıkları ve bakımları öyle kolay olmuyor. Bu şikayet değil. Bu gerçeğin ta kendisi. Bu bakımı ve desteği sadece evlatlar vermiyor, eşlerimiz, çocuklarımız, eş, dost ve hatta mesai arkadaşlarımız da bu süreçte fedakarlık yapıyor.
Eşin tutum ve desteği ne kadar önemli bilseniz. Bazen benden daha çok onlara evlatlık eden bir eşim var. Keza abimin eşi de aynı. Bu hastalık işlerinde hayat insanları sınıyor. İlişkiler, duygular, insanlar ve hatta kendin. Hepsi buna dahil. Ne biçim değil mi?

Babamın elini tutuyorum olabildiğince. Onun bu halini görmek, sesini duyamamak içimi lime lime ediyor. Onun o canlı, güçlü, çevik halleri geliyor hep gözümün önüne. Başını okşuyorum bir çocuk gibi. Babacım benim. Bir tanem.
Eve döndüğümüz için annem rahatlıkla hep yanında. Babam O'nu hep görebileceği şekilde oturtuyor. Annem hep ellerini tutuyor. Dün tüm gün konuşamayan babam, onca yolun ardından anneme kavuşunca dile geldi. Zorlanarak ederek de olsa 'seni seviyorum' dedi anneme. Onlar hep birbirine aşıktı, 46 yıldır hiç ama hiç ayrılmadılar. Hayat yoldaşı bu, ayrılmayı kim ister ki hem?
Anneme durumu anlatma işi bana düştü. Hazırlaması gerek kendini. Söyleyemedim açıkça. Hastanedeki son ziyaretin ardından, arabada yalnız kaldığımızda, o önde ben arkada oturuken, göz göze gelmeden, 'biliyorsun bu kötü bir hastalık' diyebildim çok düşük bir tondan. 'Biliyorum' dedi sesi titreyerek 'acı çekmese'.... Şaşırdım ve rahatladım. Annem çok güçlü ve mantıklı bir kadındır. Öyle ki babamı bile, bu zor hastalık ve tedavi sürecinde bu gücüyle daha yukarılarda tutabilmiştir. Hep umutbaz hep iyiye inanan bir kadın oldu hayat boyunca. O güçle hepimize ilham kaynağı oldu. Ben, babam, abim hep onun bu enerjisini örnek aldık ya da alamadıysakta, o enerjiye bıraktık kendimizi.
....
Çocuklar da dahil bu sınava. Dedesiyle büyüyen bir Bora var evde. 3 yaşından bu yana yazlarını birlikte geçirdiği, güreştiği, su birikintisinden larva topladığı, lunaparklara, parklara birlikte gittiği, kargo baskınları ile sürpriz hediyelerine hasta olduğu, koynunda uyuduğu dedesi. Onu da hazırlamamız gerekiyor bu duruma. Nasıl olacak ki bu, nasıl izah edilir yavruya?
....
Yarın 1 Mart. Babamın doğum günü.
72 yıllık ömrünün belki de en zor günü....
Ne biçim değil de ne?